Vedat BEKİ
Düşünce ve ifade özgürlüğü
Şu günlerde ifade özgürlüğüne ve halkın bilgiye ulaşma özgürlüğüne yapılmış çok yönlü bir saldırı var. Bu durum ülkemizde demokrasinin kalitesinin düştüğünü göstermekle birlikte, hükümetin ve kamu otoritelerinin hegemonyasını devam ettirdikleri, politik aktörlerin her alana ideolojileri doğrultusunda müdahale ettiği, bunun için de kendi beyinlerindeki kanun ve kuralları uyguladıkları karanlık bir dönemi yaşatmaktadır.
İfade özgürlüğü Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde ilan edilen, birçok ülke tarafından kabul edilen bir haktır. Her ferdin fikir ve fikirlerini açıklamak hürriyetine hakkı vardır. Bu hak fikirlerinden ötürü rahatsız edilmemek, memleket sınırları mevzubahis olmaksızın malumat ve fikirleri her vasıta ile aramak, elde etmek veya yaymak hakkını içerir.
T.C. Anayasası'nın Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti başlıklı
MADDE 26.– Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.
Kamu tüzel kişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme araçlarından yararlanma hakkı başlıklı;
MADDE 31.– Kişiler ve siyasî partiler, kamu tüzelkişilerinin elindeki basın dışı kitle haberleşme ve yayım araçlarından yararlanma hakkına sahiptir.
(Değişik: 3.10.2001-4709/11 md.) Kanun, millî güvenlik, kamu düzeni, genel ahlâk ve sağlığın korunması sebepleri dışında, halkın bu araçlarla haber almasını, düşünce ve kanaatlere ulaşmasını ve kamuoyunun serbestçe oluşmasını engelleyici kayıtlar koyamaz.
Ülkemizde kanun hükmünde olan ve "iç hukuk normu" konumunda olup uygulanması gereken AİHS’nin 10. maddenin birinci paragrafında açıklandığı gibi herkes anlatım özgürlüğüne ve görüşlerini açıklama özgürlüğüne sahiptir. Sözleşme bu özgürlükleri, insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygıyı sağlamak için kabul etmiştir. Güvence altına alınan bu hak ve özgürlük aslında demokratik bir ülkede demokrasinin başta gelen yaşamsal bir öğesidir. Bu yaşamsal güvencenin gereği olarak her ülke halkı ve insanlar ülke sınırlarına bakılmaksızın ve karışılmaksızın haber, enformasyon ve düşünce elde etme hakkına sahiptir. Bu hak demokratik sürecin ayrılmaz bir parçasıdır.
O halde sözleşmenin 10. maddesi ile her bireyin "ifade / anlatım özgürlüğü" hakkı olduğu kabul edilmiştir. Bu hak ile birlikte ayrıca her bireyin;
a)-Haber, bilgi, enformasyon ve düşünceleri alma hakkı.
b)-Haber, bilgi, enformasyon ve düşünceleri iletme / yayma hakkı güvence altına alınmıştır.
İfade özgürlüğü, temel insan hakkı olarak kabul edilmekte ve "İletişim özgürlüğü", "Bilgi edinme hak ve özgürlüğü", "halkın gerçekleri öğrenme hakkı" gibi kavramlar, Sözleşmenin 10. maddesinde düzenlenen "ifade özgürlüğü"nün sonucu olarak kullanılmaktadır.
Demokrasinin işletilebilmesi, ancak düşüncelerin serbestçe ifade edilebildiği bir ortamda mümkündür. Düşünce ve duyguların özgürce yazıyla veya sözle ifade edilebilmesi ve bunların elde edilerek başkalarına ulaştırılabilmesi, bireyin ve toplumun gelişmesi bakımından vazgeçilmez bir kuraldır. İfade özgürlüğü, hakkın özüdür. Bu özgürlük ve hakka; kamu otoritelerinin müdahalesi kabul edilmemiştir. Elde edilen fikir, bilgi veya haberin "ulaştırılması" da "ulusal sınırlara" AİHS’nin10. madde ile korunma altına alınmaktadır.
Sonuç olarak "ifade özgürlüğü" demokratik toplum düzeninin zorunlu bir ögesidir. Toplumda yaşayan herkes bu özgürlüğün sahibidir veya herkesin ifade özgürlüğü vardır. AİHS bu özgürlüğü ayırımsız herkese tanımıştır. Ulaştığı bilgileri alma, bu bilgileri değerlendirerek "ifade etme özgürlüğü"ne sahip olma hakkını kullanarak görüşlerini ifade eden kişinin karşısında bulunan herkesin sahip olduğu özgürlük de "ifade özgürlüğü"dür. Yazı yazarak, haber yaparak görüşlerini günlük bir medya aracılığı ile yayımlayan gazetecinin, yazarın ve yorumcunun hakkı olan ifade özürlüğü, aynı zamanda bu haber ve yazılara ulaşanların da özgürlüğüdür. Başka bir deyişle; “ifade özgürlüğü niteliği gereği hem ifade edenin hem de, o ifadenin yöneldiği adresin özgürlüğüdür. (http://www.tchd.org.tr/MenuContent.aspx?id=136)
Dünyanın bir yerinde din, devlet, zulüm ve baskının hüküm sürdüğü dönemde, bir avuç yürekli insan çok hafif bir sesle bir türkü mırıldanmaya başlamışlardı. Bu türküde özgürlük – eşitlik – kardeşlik sözcükleri sık sık geçmekteydi. Bu bir avuç insan en tüyler ürpertici işkencelere tabi tutuldular, kesildiler, yakıldılar. Fakat yılmadılar. İtalya’da Rönesans’ı, Almanya’da Aufklarung’u, Fransa’da Ansiklopedizm'i yarattılar. Ve o cılız türkü günümüzün en şaşaalı, en görkemli senfonisi olarak İnsan Hakları Milletlerarası Orkestrası tarafından her yerde çalınmaya başladı.
Haritada yerini bulmakta güçlük çektiğimiz bir ülkede, tanımadığımız hatta mevcudiyetinden bile bihaber olduğumuz bir kişinin temel hak ve özgürlüğü, insanlık onur ve haysiyeti saldırıya uğramışsa, o insan biziz, çünkü onun kişiliğinde gerek birey olarak, gerek toplum olarak hepimizin temel hak ve özgürlüğü, hepimizin insanlık onuru çiğnenmektedir. Problemi hakkı çiğnenen kişiyle ona saldıran şahıs arasındaki kişisel bir hesaplaşma olarak basite alıp toplumsal boyutta ele almadığımız takdirde, zulme seyirci kalmış oluruz. Ve seyirci kalmak, tavrımızı belirtmemek suretiyle o zulme biz de katılmış oluruz ve günün birinde birisi çıkıp da bize “Bütün bunlar gözünüzün önünde olup biterken siz nerede idiniz?” diye sorarsa, verecek cevap bulamayız.
Görevimiz, isimlerimizin önüne koyduğumuz unvanlarımız ne olursa olsun, bu mücadelede ön safta bulunmaktır. Orkestrada bizim de yerimiz olmalıdır ve aynı senfoniye, aynı notalara bakarak ve diğer icracılarla tam bir uyum içinde biz de seslendirmeliyiz. Kimse bizi rahatsız etmese, kimse bizden talepte bulunmasa dahi, o senfoniyi dinlemek ve icra etmek bizim hakkımız olduğu için yapmalıyız.
Bu duyarlılıktaki tüm insanlar bunun kötü bir "kader" veya "alınyazısı" olmadığını, kendi hakkının, onurunun hiç de az olmadığını haykırabilmeli, bunu her şeyden ve herkesten önce kendisine ispat etmelidir.
Ülkemizin ve Çankırı’nın içinden geçtiği şu günlerde, kamu otoritelerini, gazeteci, işçi, memur ve her türlü kitleye baskı aracı olarak kullanan makam sahipleri hukuk bilmez, hukuk tanımaz tavırlarına inatla devam etmektedir.
Biz onlara şunu söylüyoruz: Balyozunuz kafamızın üzerinde de olsa, polis, savcı attığımız her adımın, yazdığımız her cümlenin takipçisi de olsa, hukukun bize vermiş olduğu hakları kullanmaya devam edeceğiz.
Siz ne kadar hukuk tanımaz olsanız da.
İyi haftalar...