Çankırı'da 'Sarı saçlı kayıp Yılmaz' aranıyor!
Ömer Bezci'nin kaleme aldığı yazı ile birlikte Çankırı'da 'kayıp Yılmaz'ı arıyoruz! Nasıl mı? Anlatmaya çalışalım...
Önce sayın Ömer Bezci'nin kaleme aldığı 'YILMAZ' başlıklı yazı:
"YILMAZ!
Anadolu’nun tüm kadınları gibi annem de gün ışımadan kalkar, ilk iş “Güneş’i” doğururdu.
İnekleri sağar, buzağıları doyurur, tavukları yemler, avlunun dağınıklığını toparlayıp eve geçerdi.
“Hadi oğlum, sığır gidiyor, yetişemeyecek, çobanı kaçıracaksın” diye bağıran annemin sesine, ineklerin böğürmesi, horozların ötmesi karışırken çıkardım yataktan.
Mutfaktan çıkıp tüm evi dolduran taze sütün kokusuyla kendime gelmeye çalışırdım.
Benden büyük bir abim ve bir ablam olmasına karşın, nedense inekleri sığıra salma görevi bana aitti.
İlçenin biraz dışındaki geniş avlulu güzel evimizin çift kanatlı büyük kapısından, “ho ho ho” diye bağırarak çıkarttığım iki inek, neredeyse koşarak giderlerdi, ilçenin tüm hayvanlarının toplanma yeri olan, Karaağaç yoluna.
Çobanla göz göze gelip, inekleri teslim ettikten sonra ağır adımlarla eve dönerken, ellerinde kovalarla hayvanların taze dışkılarını (tezek yapmak) için toplayan ilçemiz kadınlarının yanlarından geçerdim.
Ben dönünceye kadar, abim, ablam ve benden küçük dört kardeşim de kalkmış, annemin kurduğu yer sofrasındaki yerlerini almış olurlardı.
Annemin yaptığı bazlama, annemin yaptığı tereyağı, annemin yaptığı çeşitli reçeller, tavuklarımızın yumurtaları, bahçemizin domates biberiyle kahkahalar içinde yaptığımız kahvaltıdan sonra, annemim yaptığı iş bölümüne uygun olarak dağılırdık.
***
Ben doğmadan iki yıl önce Almanya’ya işçi olarak giden babam, annemi ve o zaman dünyada olan üç çocuğunu yanında götürse de, ailesinin iki kültür arasında kalmasını istemediğinden olacak, kendisi orada kalıp, bizleri ilçeye geri getirmişti.
İlçedeki birçok aile gibi, biz de “Almancı” idik.
***
Hayvanlarla ilgilenmek, bağ bahçe işlerine yardım etmek gibi görevlerimiz olsa da, kardeşim ve mahalleden arkadaşlarımız sık sık Devrez çayı kenarına gider, kah balık avlar, kah suyunda yüzerdik.
Devrez kenarındaki çayırlıklara sık sık at arabalarıyla “Elekçi” dediğimiz, çingene vatandaşlarımız gelirler, buraya kurdukları çadırlarında kalırken, erkekleri, kalbur-elek gibi malzemeler yapar, kadınları sırtlarına yükledikleri boğacalarıyla ev ev, kapı kapı gerek ilçemiz kadınlarına çarşaf, havlu, perde gibi ev gereksinimlerini pazarlarlardı.
Daha sonraki yıllarda büyük kentlerde gördüğüm roman vatandaşlara benzemeyen bizim “çingeneler”, Çankırı merkezde oturur, kendilerini de “Biz Türküz” diye tanımlarlardı.
Gerçekten de, düzgün, namuslu, çalışkan insanlardı bunlar.
Her ne kadar böyle olsalar da, ilçe halkı tarafından çok sıcak karşılanmaz, özellikle çocukların bunlara yaklaşmamaları istenirken, genelde açık olan ev kapıları da kapatılmaya başlanırdı.
Yalnız Hacı Dayım (Annemin küçüğü, Fahri Danacı) bunlarla sıkı fıkı ilişkilerde bulunur, bunların çadırlarında konuk olup, yemeklerini yiyip, çaylarını içerdi.
Hatta zaman zaman eve getirdiği her hangi bir yiyeceği “Bunu Çingen Duran’dan aldım” diye ablama verir, ablamın şiddetli tepkisini çekerken, o kahkahalarla gülerdi.
***
Kardeşim ve arkadaşlarımla Devrez kıyısında çift kale maç yaparken gördüğümüz at arabalarından oluşan Çingene konvoyunda, bizim yaşlarımızdaki bir çocuk hepimizin dikkatini çekmişti.
Kardeşim Şenol gibi, 12-13 yaşlarında olan bu sarışın çocuk, duruşuyla, ata binişiyle, yüzündeki ifadeleriyle diğerlerine hiç benzemiyordu.
Devrez kenarında olsun, ilçenin çarşısında olsun tek başına geziniyor, mahsun duruşu, sevimli yüzüyle dikkatimizi çekiyordu.
Bir gün, Devrez kenarında, kendisi gibi zayıf olan atını otlatırken bulduk onu.
Yaşıtı olmamızın verdiği rahatlık, atına olan ilgimiz ve kalabalık olmamızın rahatlığıyla yanına gidip tanıştık.
Adı Yılmaz’dı.
Çocukluk işte, kaynaşmamız uzun sürmemişti.
Çankırı’da Çingene vatandaşlarımızın yoğunlukla bulundukları Saat Kulesinin yakınında otururlarken, önce annesinin, hemen sonra da babasının öldüğünü, kendisini de bu çingenelerden başka sahiplenenin olmadığını hemen öğreniverdik.
O bize, biz ona ısınmıştık.
Ufak ufak oyunlarımıza katılıyor, vaktinin çoğunu çadırlarda değil, bizim yanımızda geçiriyordu.
Bir gün yanımıza boynu bükük geldi Yılmaz. Biz hiçbir şey sormadan “Yarın göçüyormuşuz” dedi.
Hepimizin içi burkuldu ama esas üzülenimiz, sesi çatlak çıkan, gözleri ağlamaklı olan Yılmaz’dı.
Nasıl vedalaştık, son laflarımız ne olmuştu hatırlamıyorum ama o haberden sonra oyunu bıraktığımızı, her birimizin bir tarafa dağıldığımızı bu gün gibi anımsıyorum.
***
Aradan çok gün geçmemişti. Bir sabah yine inekleri sığıra salmış eve dönüyordum ki, bizim evin yanında yapılmakta olan inşaatın içindeki, köpek kulubesinin önünde Yılmaz’ın atını gördüm.
Atı buradaysa, Yılmaz da buralarda bir yerlerde olmalıydı.
Eve gitmeyi unutup Yılmaz’ın peşine düştüm. “Yılmaz Yılmaz Yılmaz” diye bağıra bağıra kulübeye doğru yürüdüm.
Yanılmamıştım. Yılmaz çingenelerle beraber gitmemiş, ilçede kalarak bu köpek kulübesini kendisine mesken tutmuştu.
***
Eve koştuğumu, durumu hızlı hızlı anneme ve kardeşlerime anlattığımı, annemin el çabukluğuyla hazırladığı yiyecekleri koşarak Yılmaz’a götürdüğümü anımsıyorum.
Ne zamandır ağzından lokmanın geçmediğini bilmediğim Yılmaz’ın karnı doyunca dili açılmış, bundan sonra çingenelerle yaşamak istemediği için onlarla beraber gitmediğini bir çırpıda anlatıvermişti.
***
Eve döndüğümde Yılmaz’ın içinde bulunduğu durumu anneme, dedeme, kardeşlerime anlatıyor ama “Yılmaz bizim eve gelsin.” diyemiyordum.
Abim ve arkadaşlarım da çok istemelerine karşın, diyemiyorlardı bunu.
Ama Anadolu kadını annem “Olmaz öyle şey, insanoğlu köpek kulübesinde yaşayamaz, gidin o çocuğu buraya getirin ve bizimle yaşasın” dedi.
Annem benim……
***
Geldiği gün yunmuş yıkanmış, pırıl pırıl bir çocuk olarak aramıza katılmıştı.
Konu komşudan bir çok insan karşı çıksa, “çingen çocuğu eve alınmaz!” deseler de, Yılmaz artık evin 8. çocuğu olmuştu. Biz ne yersek onu yiyor, bize ne alınırsa ona da aynısı alınıyordu.
***
Kısa süre sonra ilçeye gelen başka bir çingene konvoyunun yanına uğrayan Yılmaz, atını onlara sattığını söyleyip temelli döndü aramıza.
O yaz ayları böyle mutlu neşeli geçip gidiyordu ki, okulların açılma zamanı gelip çattı.
Ortaokula yazılacak olan kardeşim Şenol’la beraber, ilkokul mezunu olan Yılmaz’ı da Orta Okula yazdırmak isteyen annem; abime dönüp, “Yılmaz’la beraber Çankırı’ya gidecek, Yılmaz’ın ilkokul diplomasıyla, nüfus cüzdanını alıp geleceksiniz!” dedi.
Hepimiz mutluluktan uçuyorduk.
Hafta da bir gün Çankırı’ya kalkan minübüsün, gideceği çarşamba gününe daha dört gün vardı ama heyecanımız hiç geçmiyordu.
Aradan iki gün geçmişti ki, Yılmaz koşarak geldi eve.
Çingenelerden bir gurubun ilçeden geçerek Çankırı’ya gitmekte olduklarını, kendisinin de onlarla gidip, kimlik ve diplomasını alıp gelebileceğini söyledi.
Annem, Yılmaz’ı yanına çekerek, bunca yıldır kendisini büyütüp, göz kulak olan insanlara teşekkür etmesini, kimliği ile diplomasını unutmamasını sıkı sıkı tembihledikten sonra, ilçe minübüsün kalktığı durağın yerini de tembihlerken cebine de para sıkıştırdı.
Yılmaz, çarşamba günü döneceğini, annemin istediği her şeyi yapacağını söyleyip, annemin ellerinden de öpüp ayrıldı yanımızdan.
***
O Çarşamba Çankırı’dan gelen arabadan inmedi Yılmaz.
Bir sonraki hafta da bekledik Yılmaz’ı. Yine inmedi minübüsten.
Okullar açıldı, dersler başladı ama dönmedi Yılmaz.
Çankırı’ya gidip gelen insanlarda görmüyorlardı Yılmaz’ı.
***
Bir gün bir haber geldi ilçeye.
Yılmaz o gün, o konvoyla dönmüş Çankırı’ya. Hemen de ayrılmış guruptan.
Sonra da ne çingene vatandaşlar ne de Çankırı ahalisinden herhangi biri görmüş Yılmaz’ı
***
Ardan kaç yıl geçti?
Otuzbeş mi? Kırk mı? Kaç yıl?
Hala özlüyorum o sarı saçlı, mağrur ve gururlu çocukluk arkadaşımı.
Belki bu yazıyı okur, belki bu yazıyı okuyan birisi biliyordur sevgili Yılmaz’ın bugünkü halini de beni haberdar eder." (Haber Fotoğrafı: Ömer Bezci)
VE SÖZCÜ18'İN OKUYUCULARINA ÇAĞRISI
Yazıyı okudunuz... Yazının kahramanı 'Sarı saçlı Yılmaz'ı bulmak hepimizin işi... Kişisel bilgilerime dayanarak araştırmaya Cumhuriyet İlkokulu'ndan başlamak gerektiğini düşünüyorum. Yazıda geçen tahmini yıllar 1980-82... Yılmaz'ın ilkokulu bitirdiği yıl da 2 yıl geriden başlayarak tarasak 1978...
"Sarı saçlı Yılmaz"ı bunca zaman sonra da olsa bulma konusunda Çankırı'da yaşayan okurlarımızdan yardım bekliyoruz. Öncelikli olarak Cumhuriyet İlkokulu'nun bugünkü yöneticilerinden...
Duydunuz zilin sesini... Müjdeli haberler bekliyoruz...
Kolay gelsin... (V.B)