Vedat BEKİ
“Caba”nın tadına paralel bozulan dil
Sayfamızda editoryal kadrodan çıkan “Başarılı hizmetlerine Iğdır’da devam edecek (!)” başlığımızla birlikte haber metninde dile getirdiğimiz eleştirilerimize karşın okuyucu habere yorum yapıyor:
-Vedat Bey bu arkadaşı övmenize şaşırdım… (!)
Bir başka haberde yine haberin verdiği mesajın tam tersi bir algılama ve bunun paralelinde “klavye delikanlılığı” ile habere antiyorum!
Örnekler saymakla bitecek gibi değil… En belirgini de “Çankırı’daki eşekler” (!) yazımla benzer davranışlar adeta zirve yapmıştı!
“Eşek”siz memleket mi olur? Daha doğrusu “eşeğin” bulunmadığı memleket mi var!
Ancak, “algılama” kulağı tersten bükme ile doğru orantılı olunca kaleme alınan yazıya taaa “gecekondu federasyon”dan bile yazının boyutunu aşan oranda tepki gelmişti!
O günlerde şahsıma ve yazıya gelen tepkileri gördükçe de içimden “tahminimden fazla kendisini eşek zanneden varmış” (!) diye geçirmedim dersem yalan olur…
Konu açıldığında yine o ve benzer yazılarımın ya da haberlerimizin dost ya da düşman sohbetlerinde masaya yatırıldığından en ufak bir kuşkum yok…
Sadede geleyim…
-Ya Çankırılı konuştuğumuz dili konuşmuyor! Ya da ben ve yönetimimdeki Sözcü18, karşımızdaki "bir grup" Çankırılı’nın konuştuğu dili anlamıyor!
Bunun yanı sıra bu “bir grup” Çankırılı’nın bizim söylediklerimizi “anladığını” ancak “işine gelmediği” için de “anlamıyormuş” pozisyonuna girdiğini de düşünüyorum!
Ancak emin olduğum bir tespit var ki; Ya ben sözünü ettiğim “bir grup” Çankırılı’nın konuştuğu dili anlamıyorum, ya da onlar “bizim” ne dediğimizi!
Hangisi ağırlıkta dersiniz!
İçten ve samimi dileğimi lütfen kabul edin: Bu konuda yardıma ihtiyacım var…
* * *
İster “şikayet” anlamında ister “yardım” anlamında dile getirdiğim “bir grup” Çankırılı’nın dili konusunda yaratmak istediğim “tartışma” ortamının sağlıklı geçmesi temennisiyle konuya biraz daha “bodozlama” dalma huyuma devam ediyorum.
İşaret ettiğim “anlayamama” ya da “anlaşılamama” sorununun altında yatan nedenin bölgedeki kültürün getirisi olan “başağalık” felsefesinin önemli bir faktör olduğu kanaatindeyim. Şöyle ki:
Siz, mahallede ya da köyde, biraz daha ileriye gidelim belde’de, ilçede ya da şehrin merkezinde “başağa” ve akabinde “başağalar” yaratırsanız isteseniz de istemeseniz de feodal yapıya eşdeğer bir “sürü”nün de doğmasına meydan vermişsinizdir demektir…
İşte bu “sürü”nün önemli bir bölümünün “sınıf atlama” gayreti bizleri nerelere doğru sürüklüyor bir bakalım…
Geçmişin “Ağa”, “Başağa” ve akabinde “ağalar” ile “başağalar” modellerine baktığımızda istenmeyen fakat kendiliğinden “oluşmuş sürü” içerisinde yapılan değerlendirmelerin sonucunda, ortaya çıkan “dandik ağa”, “çakma başağa” modelleri ile “sürü”nün parçalandığını ve bunun sonucunda her bir “parça” sürünün kendi “çakma başağa”sını ya da “dandik ağa”sını yarattığını bunun da ortaya nitelik açısından hiç de “örnek” alınacak protitipleri sunmadığını görüyoruz.
Ve büyüyen ekonomi ile gelişen teknolojinin bireye sunduğu nimetlerin olağan getirisi ile “er meydanı”ndan ziyade “kaypak” ve “korkak” klavye delikanlılarının sayısında önemli artışların olduğu ortamda, bizim “dandik ağa” ya da “çakma başağa” modelleri devreye giriyor!
Saldırdığı muhatabının açık kimliği ortadayken, eline geçirdiği klavyeden “Çankırılı, “Özçankırılı”, “Reis Çankırılı” ve daha bilmem “ne Çankırılı” rumuzlarıyla her biri “emek” ve farklı “bedel(ler)” ödenerek hazırlanmış haber ve köşe yazılarının altına içlerindeki pislikleri kusmaktan imtina etmiyorlar!
Ve de kustuları pisliğin son cümlesini de “delikanlıysan yayınla” (!) ajitasyonunu da adeta “taç” misali konduruveriyorlar!
Bakalım nereye kadar!
İşte bu “çakma” başağalar ve onların etrafında çöreklenmiş, her birinin gönlünde günün birinde “çakmanın çakması” başağa olabilme hayali yatan zevat’ın bugün için böylesi rezil ve anlaşılmaz bir dilde “konuşabildiğini” (!) düşünemiyorum…
Tıpkı “zombi”ler gibi!
“Akım” derken “bo.um”, “Çanakkale boğazı” denilince “yandı gö.ümün ağzı” (!) şeklinde algılamaların kaynağında yatan arızanın temelinde “çakma ağa”lığa giden yolun (üzülerek belirteyim ki) sadece ve sadece “caba kazanı” kurmakla eşdeğer olarak görülmesinden başka bir gerçek yatmamakta!
Oysa ki; “Caba”nın tadında yenebilmesi için sadece et, salça ve de sarımsağın yeterli olmadığını, onu pişirecek ve hak ettiği tadı verebilecek “usta”nın varlığının “olmazsa olmaz” olduğunun bilinmesi gerektiğini düşünüyorum.
“Usta” olmadan “caba” yapmak ve de “başağa” koltuğunda “çakma” olduğunu bile bile oturmanın kime ne faydası olabilir ki!
Hatta hatta “caba yiyebilme” adabını hiç mi hiç bilmeden…
Vay ki ne vay…
Haftanız güzel, “çakma ağalar”dan yoksun bir yaşam dileğiyle…