Bizler eve girmezdik, şimdiki çocuklar evden çıkmıyor...

Çocukluk, insan hayatının en saf, en masum dönemidir. Hayatı anlamaz bilmez çocuk; hiçbir şeyin farkında olmadan sadece oynar, eğlenir, ağlar ve güler... Çocukluk; bir anlamda oyundan oyuna koşarak geçirdiğimiz keyifli vakitler toplamıdır.

Televizyonlarda birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma, saçma sapan dizilerle, sözde magazin programlarıyla ebeveynleriyle birlikte zehirlenen günümüz çocukları, bilgisayar başında internetten ve bir an gözlerini ayırmadıkları akıllı telefonlarından bulanıklaşan beyinleriyle bizim vardığımız o oyunların keyfine asla ulaşamayacaklar.

Çankırı Karatekin Mahallesi’nde “akrabalık, arkadaşlık, dostluk, komşuluk mükemmeldi, o nedenle güzeldi çocukluğumuz. Arkadaşlık ortamı en üst düzeydeydi. Herkesin belli bir arkadaş gurubu vardı ve yeri geldiğinde eğlenilir, yeri geldiğinde dertleşilir, yeri geldiğinde kavga edilir, yeri geldiğinde de kucaklaşılırdı. O yıllarda, komşu çocuklarıyla akrabamız gibi görüşülürdü. Bizler küçücük şeylerle mutlu olurduk, “yokun ne anlama geldiğini...” çok iyi bilir, “yok!” deyince, yaşımızın üzerinde bir olgunlukla boyun eyerdik büyüklerimize, şimdi ki çocukları mutlu etmekse çok zor.

Ani misafirin bastırması ile bazen evinde çayı, şekeri olmayan aile, çocuğunu gizlice komşuya gönderir; ihtiyaçlarını ödünç alırdı. Hatta kibritin bile komşudan alındığı zamanlardı o günler ama hoştu bütün yokluk içinde yaşadıklarımız. Şimdi artık sadece, siyah beyaz Türk filmlerinde görebildiğimiz o güzelim sokakların tesbih tanesi gibi dizili sıralı evlerinde o güzel komşuluklar hiç yaşanmamış gibi... Gönlümüz unutulmaz komşulukların yaşandığı, sağlam dostlukların kurulduğu çocukluk yıllarımızı özlüyor. Çünkü insanların üç ev ötesindeki komşusunun aç yattığı bilinen zamanlardı o günler. Herkes herkesle tanış, herkes herkesle akrabaydı adeta. Can kaygısı, mal kaygısı yoktu. Komşuluk sadece yazın kapı önünde değil, kışın evlerde de tüm güzelliğiyle devam eder; ailecek gidilir gelinirdi...

metin-yilmaz-cankiri-resim-01.jpg

60’lı yılların sonunda Çankırı’nın öyle doğru düzgün çocuk parkı filan yoktu. Sadece şimdi yıkılmış olan cezaevinin arka sokağında çay boyunda bir tahterevalli, iki salıncaktan ibaret bir çocuk parkı vardı. Cemberlek (çember) çevirmeye çıktığımız zamanlar güzergâhı oraya kadar uzatır, bir süre takılırdık mutlaka…

Mahallemizden nadir otomobil geçerdi. O da ya belediyenin, ya da devlet dairelerinden birinin resmi aracı olurdu. 60’lı yıllarda şehir içi nakliyat ve taşıma işlerini sayıları hayli fazla olan at arabaları yapar, o nedenle de gün boyu mutlaka birkaç at arabası mahalleye uğrardı. Mahalleden at arabası geçmesini dört gözle bekler; arkasına takılmayı çok sever, bunu da oyundan sayardık. Çocukların at arabalarının arkasına takılması tehlikeli olduğu için, at arabası sürücüleri başlarına bir iş gelmesinden korkar kamçılarını korkutmak için arkaya, çocuklara doğru da savururlardı.

Bizler, sokakların tek hâkimiydik. Şimdi ise ağaçları yok edilmiş çocuklara ait sokaklar otopark olarak kullanıyor. Değişen dünya ile birlikte oynanan oyunlar ve oyuncaklar da değişti. Özellikle teknolojik gelişmeler büyük hız kazandıktan sonra çocukların oynadıkları oyunlar da çok hızlı değişti ve neredeyse sokakta oynayan çocuk kalmadı. Televizyonların eve girmesiyle sokağa daha az çıkar olan çocuklar, internet ve elektronik oyuncaklarla birlikte tamamen evlere çekildiler. Sokaklarda taşlardan kale yapılarak oynanan maçlar, yerini evde atılan peslere bıraktı. Tahtadan, telden yapılarak sürülen oyuncak arabaların yerini, bilgisayar oyunlarındaki araba yarışları aldı.

Şimdi AVM’lerde çocuklara özel oyuncak dükkânları var. Bizim ahım şahım bir oyuncağımız yoktu. Mahallede bisikleti olan çocuk sayısı bir elin parmağını geçmezdi. Bu yüzden okul ve derslerden arta kalan zamanlarda toplanır, mahalle arkadaşlarımızla henüz asfaltla tanışmamış sokaklarında toz toprak içinde canlı oyunlar oynardık. Çeşme başına gelip, birbirimizi beklerdik. Çankırı’ya mahsus yuvarlak ekmeğimizin kenarlarını kayık şeklinde koparıp Sana yağı sürer, üzerine toz şeker dökerek bölüşürdük. Çeşme başında buluşma tamamlanınca, çoğunluğun ayaküstü aldığı kararla seçilen oyun faslına geçerdik... Dalya, misket, uzuneşek, maç vs.

metin-yilmaz-cocuklugumuz-resim-02.jpg

Büyük Cami’nin karşısında Bakkal Satılmış Amca dükkânın önüne küçük bir naylon oyuncak sergisi açardı. Buradan alınan plastik arabayı önce evde biraz sürer sonra kendi ilave ettiğimiz tel aksanıyla sokağa çıkarırdık… Tel deyip geçmeyelim, o zamanlar onu bile temin etmek hiç kolay değildi. Kızların kendilerine has oyunları vardı: İp atlama, beştaş, kutu kutu pense vs... Bazen kızlı erkekli istop, ortada sıçan, seksek, saklambaç gibi karışık oyunlarda oynardık.

“Hayal bu ya…”, çocukluk arkadaşlarım bir akşamüstü "Haydi! Çık, saklambaç oynuyoruz gel..." dese, yalın ayak koşar giderdim o yıllara.

metin-yilmaz-halim-san-cankiri-resim-03.jpg

Çocukluğumuzu birlikte yaşadığımız, birlikte büyüdüğümüz mahalle arkadaşlarımdan Halim Şan kardeşimizi kaybettik. Halim’in benim hayatımda diğer arkadaşlarımdan farklı bir özelliği vardır. Özellikle ortaokul yıllarında çok kitap okur, “bu hafta kim daha çok kitap okuyacak?” diye Çankırı Halk Kütüphanesi’nden aldığımız kitaplarla yarışırdık. Bu yüzden ikimizde erken yaşlarda gözlük kullanır olduk. Halimlerle rahmetli Ali Çavuşoğlu’nun evinde altlı, üstlü oturduk. Onların oturduğu alt katın avlusunda okul ve oyun dışında bir araya gelir çay demler, 45’lik plak dinlerdik. Barış Manço’nun Dağlar Dağlar şarkısını da ilk kez birlikte dinlemiştik.

Geçirdiği rahatsızlık sonrası gözleri hayli sıkıntılıydı, buna rağmen kitap okumaya devam etti. Bana tek tek SMS atarak oluşturduğu hayat hikâyesini inşallah toparlayıp, sizlerle paylaşacağım. Eldivan Alva köyünde toprağa verilen sevgili kardeşimin mekânı cennet olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
3 Yorum