"Bizi hataya sevk ettiler"
Çevik Kuvvet memuru konuştu...
Gezi Parkı protestolarının ilk gününden itibaren sahada olan çevik kuvvet memuru A.B (25) anlatıyor: “Polis vahşi! Bize saldırdı” demek yerine o emirleri verenleri sorgulamak lazım. İdarecilere kırgınız, kafamıza göre iş yapmadık”
Sizin gözünüzden 31 Mayıs 2013 Cuma sabahı Gezi Parkı’nda ne yaşandı?
Park, belediye arazisi içinde olduğundan aslında bizim sorumluluk alanımızda değildi. Ama toplumsal olaylarda, grupların güvenliğini sağlamak da görevlerimizden biri. Beklerken eylemciler bize “Siz inşaat bekçisi misiniz?”diye laf atıyordu.
Taş atanlar da oluyordu ama tolere edebileceğimiz seviyedeydi.
Sonra “Zabıta çadırları yaktı” haberi geldi. Zabıta ikna yoluyla onları gönderebilecekken olaylar bu noktaya geldi. Müdahalenin şekli yanlıştı ve emir demiri kesti. Zabıtanın görev alanı polise yıkılmaya çalışıldı.
Siz hangi noktada devreye girdiniz?
20 kişilik bir grup olarak bekliyorduk. Tam bir belirsizlik hakimdi. Amirlerimiz bize “Gerekeni yapın” dedi. Bu, çok yuvarlak bir laftır. Polisi kaderiyle baş başa bıraktılar. “Gerekeni yapın” da... Ne yapacağız? Emir açık olmadığı için istismara ve insiyatife çok müsaitti.
Bunun üzerine gaz atmaya mı karar verdiniz?
Müdahale edilen yere “Gaz atın veya atmayın” denmedi. Gazın hangi şartlarda nasıl kullanılacağını biliyoruz. O şartlar olduğunda gecikmek sakıncalı bir haldir. “Gerekeni yapın” emrinin doğurduğu bir sonuç oldu. Gerekenin bu olduğunu düşündük.
Gaz hangi şartlarda kullanılır?
Size karşı bir saldırı veya dağıtmanız gereken bir grup olduğunda biber gazı garantili bir yöntemdir. Çünkü grupla aranıza mesafe koyarsınız. Aradaki mesafe azaldığından birebir müdahaleyi engellemiş olursunuz. Orada da bir hengame oldu.
Parktaki eylemcilerin barışçıl olduğunu bilmiyor muydunuz?
Görev öncesi bize bilgiledirme yapılsaydı böyle olmayabilirdi. Çok farklı gruplarla karşı karşıya geliyoruz. Karşımıza gelene kadar bu grupların ne olduğunu bilmeden gerekeni yapmam söyleniyor.
Bu insanların neden orada olduğunu söylemediklerinden bireysel insiyatif ve hatalara kayılıyor. Bu da Çevik Kuvvet’in idari yapısından ve memurun önemsenmemesinden kaynaklanıyor.
Bizi hataya sevk ettiler.
Ama bunun sonucunda olaylar gelişti...
Yaşananları sonradan gördük ama o andan itibaren bir anlamı kalmadı. Parkı muhafaza altına aldık. Sonra Gümüşsuyu’na gönderildim ama o esnada kıyamet kopmaya başladı ve gün kavramımız kalmadı.
Sadece “Grup geliyor hazırlanın” deniyordu. Kask ve maskeyle sadece koşuyorduk, nerede olduğumuzu bile bilmiyorduk.
Hep bitsin de evimize gidelim diye düşündüm. 48 saat hiç uyumadan görev yaptım.
Molalarda Beşiktaş vapur iskelesinin önündeki banklarda uyudum.
Normal mi bu kadar uzun saat çalışmak?
Devlet memuruna işkencedir bu. Çalışma saatlerinin düzenlemesi var ama bazı idareciler kendilerini kanundan üstün görür.
Haftada 40 saatten fazla çalışmamamız gerekirken tek seferde 100 saati deviren arkadaşlarımız oldu.
Bu durum psikolojinizi nasıl etkiliyor?
Müdahalenin dozajını artıran nedenlerden biri de buydu. 48 saattir görevdeyim, hiç uyumamışım, yorgunum, tuvalete gidememişim, yemek yiyemişim; tüm bunların bende yarattığı etki sarhoşlukla aynı.
Mantıklı düşünce ve otokontrol yeteneğim kayboluyor. Karşımdaki insanın kim olduğunu, demokratik hakkını mı savunduğunu düşünemiyorum. Anlatmaya çalışsalar dinleyecek haliniz yok. Agresifleşiyorsunuz. Bu agresifliğin vatandaşa yansımaması imkansız.
Öyle de olsa bu kadar sert müdahale şart mıydı?
“Kafama göre vatandaşa şöyle müdahale edeyim” şeklinde olmadı. Bana öyle emir geldi. Müdahalede orantılık ilkesi vardır. Direnç artınca müdahale de orantılı şekilde artırıldı.
Halkın çok tepki vermesinin nedeni de çadırların yakılmasıydı. Biz de bu olaydan rahatsız olduk. Sistem, “Emir geldi, bari hepsini kullanayım” diye işlemiyor. Burada mesele bir kişinin çok gaz atması değil aynı anda bir çok kişinin gaz atmasıydı.
Böyle bir durumda görevi reddetme seçeneğiniz yok mu?
Karşılığında gelecek ihraç ve soruşturma gibi yaptırımları göze alabiliyorsak reddederiz. Ya itaat et ya terk et mantığı var. “Gaz atmıyorum” derseniz aklınıza gelmeyecek baskıyla karşılaşıyorsunuz.
Dışlanıyorsunuz, sürülüyorsunuz.
Sizi intihar bile ettirirler. “Ben yapmayacağım” demeyi çoğu kişi göze alamıyor. Kendi kendimize isyan ediyoruz. Zaten söyleseniz de bir şey değişmiyor.
Bir idareci bana ‘Beğenmiyorsan, geç karşıya taş at!’ dedi.
Gaz attığınız yerdeki marjinallerle masumları nasıl ayırt ediyorsunuz?
Oradakilerin yüzde 95’inin masum, yüzde 5’inin marjinal olduğunu sonradan fark ettik. Saldırıyı yapan o yüzde 5’ti ama müdahaleden herkes etkilendi.
Ben de, arkadaşlarım da memnun değiliz bu durumdan. Benim eylem yapan çok arkadaşım var. Babam arıyor “Böyle yapmışsınız” diye kızıyor.
Siyasiler oraya gidip diyalog kurabilecekken polisi vatandaşın karşısına çıkarmayı tercih ettiler.
Şu an polise çok öfkeli bir kuşak var. Bu durum nasıl düzelecek?
İnsanların polise olan bakışını düzeltmek istiyorsanız teşkilatın kendini düzeltmelisiniz. Çok çalıştırdığınız, parasını vermediğiniz, sosyal hayatı olmayan, psikolojisini bozduğunuz insanlardan vatandaşa iyi görünmesini bekleyemezsiniz. Tüm yanlışların üzerine bu yanlış olunca çok uzun süre imaj düzeltilemeyecek.
Hayat şu an sizin için zor olmalı...
Polis, Türkiye Cumhuriyet tarihi boyunca zaten hiç sevilmedi ama halk bizi sevsin diye bir derdimiz yok. Sadece başımızdaki idarecilere kırgınız. Kafamıza göre iş yapmadık. Bu süreçte Emniyet Genel Müdürü’nün tek bir açıklaması bile olmadı.
“Polis vatandaş değil mi? Biz de halkı ama eylemi desteklesek bile üniformayı giydiğimiz anda devletin ete kemiğe bürünmüş haliyiz ve her an bunu düşünmek zorundasınız.
Olaya ‘Yeter ki çözülsün’ diye bakıyoruz.”
Kaynak: hurriyet.com.tr - zeynep bilgehan
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.