Bırakınız onlar olsunlar, oldursunlar...

Olamayışımızın nedenleri takıldı aklıma…

- “Okumak cehaleti alır, eşeklik baki kalır.”

Böyle midir gerçekten? Yoksa bu cehaletin karanlığında yaşamayı seçen insanların komplekslerinden kurtulmak için okumuş insanları aşağılama çabası mıdır? Zira en kötü ihtimali değerlendirdiğimizde “hem cahil hem eşek olmak!” daha ağır olanı değil midir? Bunun için de “Hem kör hem fodul!” sözü dolanır ortalarda ki, bu da tüm yeteneksizliğine rağmen ortalarda övünerek gezinen ve üstünlük taslamaya çalışan insanlar için türetilmiş bir deyimdir. 

Oysa ne güzel söylemiştir Fuzuli:

- “Mey biter saki kalır; Her renk solar hâkî kalır; Diploma cahilliği alsa da hamurunda varsa eşeklik baki kalır.”

Fuzuli’nin, iyi bir eğitim görmüş olduğu satırlarından ve kelimelerle oynayabilme sanatından belli olduğu üzere Farsça ve Arapça dillerine hâkim olduğu bilinmektedir. Edebiyat alanında bu iki dili kullanabilmesi ise o dönem için büyük bir ustalık istemekteydi. Her ne kadar bazı mısraları nedeniyle Türk düşmanlığından bahsedilse de bunu başka bir yazıda derinlemesine ele almak en iyisi olacaktır. Kendine seçtiği 'Fuzuli' takma adı ise bir yandan “gereksiz, boş, fodul” anlamına gelirken diğer yandan “erdemlik, fazilet” anlamına gelen “fazl” sözcüğünün de çoğulu olarak bilinmektedir.

Bu fuzuli (!) bilgilendirmeye bir son verip hemen hepimizin çocukluğuna mıh gibi kazınmış olduğunu düşündüğüm hikâyeyi irdelemeye başlamak istiyorum.

Adam oğluna sürekli "Sen adam olamazsın" demiş, oğlu da babasının bu sözlerine hırslanarak bir gün babasına kendisini gösterebilmek için çalışmış, çabalamış. Neticede okullar okumuş ve vali olmuş… Yardımcısına talimat vermiş “Gidin falan ilçenin filan köyünden şu isimdeki adamı alın getirin bana” demiş. Emri alan yardımcı çapa çapa yollara düşmüş… Babayı apar topar almış valinin huzuruna getirmiş. Vali, “Yıllarca bana adam olamazsın diyordun bak vali oldum.” demiş. Baba, “Oğlum ben sana vali olamazsın demedim, adam olamazsın dedim… Adam olsaydın babanı ayağına getirtmezdin.” demiş.

Bir çocuğu yetiştirmek için ne kadar çabaladığınız o çocuğa ne verdiğiniz önemlidir. Bu hikâyenin satırlarında saklı olan ve bana göre en önemli kısmı da babanın oğlunu her zaman “adam olma” yolunda olumsuz güdülemesi ve çocuğun büyüdüğünde “nasıl ve neleri yaparsa adam olacağı!” yönünde bir eğitim vermemiş olmasıdır. Bir çocuğa sürekli hata yaptığını söylemek yerine ne yaparsa doğru olacağını söylemek de bir eğitimdir ve bu eğitim öncelikle anne – baba ile başlar.

Çocuk ailesinden alabileceklerini alamamış ama okuldan alabileceği her şeyi “tanımlı sistem içerisinde” alabilmiş ve 'Vali' olabilmiş. Yani çocuğun algısı açık. Baba “adam olma!” yolunda bir şey verseymiş algı onu da alabilirmiş. 
Okumaktan kastım on üniversite bitirip, doktoralar falan yapmak değil sadece tabi ki...

Okumak, bir gelişime tabi olma, bilmediklerini öğrenmeye merak ve dünyayı bir dirhem daha fazla algılayabilmek için bilgiye erişme azmini içermektedir. Hemen her okumuş ve okuyan insan, toplumun içerisinde bir birey olduğunun bilinciyle yaşar. Çevresinde “hem cahil hem eşek” olduğunun henüz kendisi bile farkında olmayan insanlar da vardır. Arkadaşlıklar, dostluklar, akrabalıklar, onlar bunlar şunlar bir şekilde herkes birbirine bağlıdır. Bu bağ içerisinde ciddiye alınmak ve kendisine değer verilmesi cehalet için okumuşluğun tanımlanmış bir cisim haline gelerek sıradanlaşmasını ortaya çıkarır.  Okumuş insan da onun gibidir zira, elleri, gözleri ve sözcükleri vardır. Üstelik onunla aynı tişörtü giyinip, aynı yerlerden alışveriş yapıp belki bu cehaletin özgün ticaret becerisi ile açtığı bir işletmede bile çalışıyor olabilir bizim entelektüel ve okumuş karakterimiz. O zaman onun okumuşluğunu aşağılamak, onu kendince aşağı çekmek ve kendini çok daha ulu görmek için birçok bilimsel olmayan bulguya sahiptir. Yapıştırır, yarıştırır ve kendini bilgisizliğine böylece kılıflar bulmaya çalışır. Kendi cahilliğinden kurtulmak ve saygı gösterebilmek ise onun için seçilebilecek en son yol bile değildir. Hayatın kolayına kaçmıştır ve en güçlü silahı “okumadan, izlemeden, yaşamadan hiçbir bilgisi olmayan bir konuda bile çok bildiğini iddia edebilecek kadar” körü körüne kendine inanmasıdır. Bu okumuş ve entelektüel birikimi bulunan ve toplum içerisindeki hem cahil hem eşek olan kesim tarafından aşağı çekilmelere doyamamış ve artık durumun kendisi için sıradan bir hale geldiğini kanıksayan insan için çok büyük bir sorun olmayabilir. İki söylenir sonra alır eline “Tutunamayanlar” kitabını bir kez daha olup biteni anlamak için okur (Bundan neden mi bu kadar eminim, aynı durumu yaşamış ve akabinde Oğuz Atay’a sığınmış en az 10 kişiyi tanıyorum.)... Sonra Oğuz Atay’dan gelir cevap;

“Mutsuz sanıyorlar Olric! Oysa biz mutsuz değiliz… Onlar boş yere bu kadar mutlu…”

Olamayışımızın nedenidir, olmazlarla güdülenmemiz ve biraz da tembelliğimiz. "Bizden geçti" diyenlere cevap ise, "Hiçbir zaman geç değildir ama ille de geç diyorsanız çocuklarınıza 'senden olmazlarla!', çevreyi ise 'okumuş diplomalı, eşek bunlar!' içerikleriyle zehirlemeyin".

Bırakınız onlar olsunlar, oldursunlar...

Bu arada; kitap okumak telefonlarımızın pillerinin daha uzun dayanmasını sağlar…

Not: Bir sonraki yazım yine bir gözleme dayalı... Kurşunlu ilçesinin bir kuşağını ele alacağız. Doğumlarından bugüne yaşadıkları zorluklara rağmen ciddi bir entelektüel birikime sahip, okumuş, yazmış üstelik mürekkebi şişesiyle yutmuş bir neslin sırrını araştıracağız. Üstelik zeki, girişimci ve sosyal bir nesil. Bir sonraki yazımıza kadar hoş kalın, sevgiyle kalın. Okumaktan geri kalmayın.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Okuyucu yorumları ile ilgili olarak açılacak davalardan Sözcü18.com sorumlu değildir.
4 Yorum