Metin YILMAZ
Betona yenik düşen Çankırı...
Anadolu'nun köklü şehir kültürünü, medeniyet kimliğini ve ruhunu silip yok eden TOKİ; durmaksızın kimliksiz, kişiliksiz dünyada eşi ve benzeri olmayan 'nevzuhûr kentler' kurmaya devam ediyor…
Bir şehri kurmak, dönüştürmek ya da muhafaza etmek; ahlâkî bir problemdir. Şehri eskiden arındırarak modernleştirme fikri, esasen şehirleri kendi ideolojisi çerçevesinde yeniden kurmak fikriyle örtüşür. Yani 1 taşla, 2 kuş vurmak... Şehrin hâkimleri, genelde mukimlerinin şehre yabancılaşmasını umursamaz. Aslolan, rant için yeniye yer açmaktır!
Temel bir felsefeden mahrum, şehirlerimizin tarihini, kültürel mirasını, hatta iklimini yok sayan, tarihî merkezleri bile zevksiz, üslupsuz binalarla kanser hücreleri gibi işgal edip yutan şehirciliğimiz utanç vericidir.
Yerli ve milli şehircilik anlayışımız: Ağaç kes, beton dök! Ağaca, yeşile, estetiğe, geleneğe asla yer yok bu ruhsuz anlayışta. Şehir ve medeniyetten anladıkları sadece beton, demir yığını dikey binalar ve de AVM'ler…
Şehirlerin de bir ruhu vardır. Bir şehirde yaşayan insanlar zamanla yaşadığı şehrin ruhuyla karakteristik açıdan özdeşleşirler. İnsanlar, yaşadıkları şehirle o ruhla ünsiyet kurarlar... Kentsel dönüşüm; tarihi dokuyu tamamen yok etmek, onun varlığı üzerinden kurulmuş “zaman-mekân” akışını sonlandırmak değildir! Hele hele eskiyi hor görüp, yok sayıp, silip süpürmek hiç değildir!
Elbette değişim kaçınılmaz... Şehirler de değişir ama nereye kadar ve de ne ölçüde? Kentsel dönüşüm, bir kentin sosyal, kültürel, ekonomik, tarihi ve doğal değerlerini hayata daha çok katmayı, şehri var eden manevi koordinatlarını muhafaza etmeyi amaçlamalıdır. Modernleşme ve yenileşme olarak reklam edilen TOKİ konutları Çankırı’nın kendine özgü şehir dokusuna, yerel değerlerine ve yaşam kültürüne büyük darbe vurmuştur.
Betonun yeşili yuttuğu Çankırı’da tarihsel akış ve kent dokusuyla uyumu olmayan çirkin, sevimsiz, ruhsuz bu anlayış yüzünden şehrin belleği tuz buz olurken, mahallelerin özgün fiziksel koşulları bozulurken, insanlar arasındaki güzelliklerden de eser kalmamıştır.
Kentsel dönüşüm eski evlerle beraber, komşuluk ilişkilerini de yıkıp geçiyor... O eski mahallelerin sıcaklığı yok artık. Birbirlerine selam vermeyen insanlar geldi, samimiyet kokan güzellikler kapı dışarı edildi.
Şehrin üstüne karasaban gibi çöken uzun çirkin beton binaların ve kaldırımları işgal eden arabaların olmadığı bizim çocukluğumuzun Çankırı’sı; her yeri ağaçlık, asmalarıyla, bağlarıyla, bahçeleriyle, mesire alanlarıyla yeşilin huzurla kucaklaştığı ruha ilaç sakinlikte tertemiz bir Anadolu şehriydi.
Çankırı’ya baharın gelişine şiirler yazılır, pencere önü çiçekleri cam önlerine dizilirdi. Baharın cemreden sonraki müjdecisi badem ağaçları Çankırı’nın dört bir tarafında dalları çağla yüklü bizleri beklerdi… Karnımız ağrıyıncaya kadar yer, “deşilinceye kadar yiyecek kadar derdiniz ne, ağaç kaçıyor mu ertesi günde yerdiniz!” diye bir ton azar işitirdik...
Çankırı’nın avlulu, asmalı evlerinin bahçesinde dut, erik, elma, zerdali vb. bir ya da birkaç meyve ağacı bulunur, bahçe kapıları asla kilitlenmez; üstüne üstlük sadece komşulara değil, yoldan gelip geçenlere de ikram edilirdi.
Her mahallenin kendine mahsus kokuları ve sesleri vardı...
Meyvenin dalından, sebzenin toprağından yendiği şanslı zamanların çocukları olarak ağaçlara tırmanır; birinden iner, diğerine çıkar; kuşlarla birlikte cıvıldaşırdık. Her ailenin albümünde Çankırı'nın birbirinden güzel bahçelerinde yapılan piknik hatırası bir kare vardır mutlaka...
Bugünkü Çankırı’nın her tarafında yeşil, betona yenik düşmüş. Feslikan’daki bahçelerden eser yok. Karaköprü içler acısı...
Çocukluğumuzda başımızı göğe kaldırdığımızda, gökyüzü masmaviydi, pırıl pırıldı… Şimdiyse Çankırı’nın üzerine kâbus gibi çöken çirkin dikine binalar yüzünden gökyüzünün yerinde sanki demir bir tavan asılı.
Çankırı’yı bu hale getirenler sonuçta sizin gözünüzü de bir avuç toprak kapatacak!