Metin YILMAZ
Atatürk’ün çok sevdiği Çankırılı yakın koruması: Bekir Çavuş
Çankırılı Bekir Çavuş, Milli Mücadele döneminde Şark cephesinde Kazım Karabekir komutasında görev yaptığı sırada, Atatürk’ün Erzurum Kongresi münasebetiyle Erzurum’a gelmesi üzerine Kazım Karabekir Paşa tarafından Atatürk’ün maiyetine verilmiştir.
Bekir Çavuş, Erzurum Kongresi’nden (1919), 1936 yılına kadar Atatürk’ün yakın koruma hizmetini devam ettirmiştir. Çankaya Köşkü’nün yönelik saldırı girişiminde Atatürk’ün otomobili ile Çankaya Köşkü’ne gelen Bekir Çavuş, kurşunla yaralanmış, kurşunlardan bir tanesi omuriliğinde kalmıştır. Atatürk, kendisini Viyana’ya tedavi için gönderse de, o kurşun çıkarılamamıştır. Polislikten komiser olarak emekliye ayrılan Bekir Çavuş, Yıllar sonra 1956 yılında omuriliğindeki kurşunun da etkisiyle rahatsızlanmış, 1960 yılında Korgun Dikenli köyünde vefat etmiştir.
Bekir Cingöz (Bekir Çavuş), uzun süre Atatürk’ün yanında kalan, çok sevdiği hizmetkârlarından biriydi. Birinci Dünya Savaşı’nda, Çanakkale’de yanında bulunmuş, Mütareke yılları içerisinde o da her asker gibi terhis olmuş, baba ocağı Çankırı’ya dönmüştü. Bir gün, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya geçtiğini duyan annesi, hemen oğluna:
"Haydi, çocuğum eşyalarını topla. Senin kumandanın Ankara’ya gitti. Orada asker topluyormuş, ordu kuracakmış. Senin de orda olman lâzım. Derhal hazırlan ki, yarın sabah yola çıkasın..." diyor.
Bekir Çavuş, pek istekli değildir. Barut kokusu, ateş ve şarapnel yağmuru, yoksunluk onu yıldırmıştır: "Anne, daha kaç gün oldu askerden geleli…" deyince, annesi: "Eğer gitmek istemezsen sütümü sana helâl etmem. Derhal gideceksin, anladın mı?" diyerek çıkışır.
Annesinin bu sözünü emir sayan Bekir Çavuş: "Derhal anacığım..." diyerek, ertesi sabah Ankara’nın yolunu tutar. O zaman, tren falan yok... Dağ tepe demez, Çankırı-Ankara arasını yaya olarak alır. Atatürk’ün oturduğu Çankaya’daki o zamanki adıyla Papaz'ın Köşkü'ne gelir. Atatürk, eski askerini görünce:
"- Bekir Çavuş, nasıl oldu da sen buraya geldin?" diye sorar.
"Paşam, sizin Ankara’ya geldiğinizi duyunca, hemen heybemi omuzlayıp koştum." der. Atatürk, Bekir Çavuş’u çok yakından tanımaktadır:
-Sen kendiliğinden gelmemişsindir. Seni, annen göndermiştir. Sana kalsa, zor gelirdin...
Atatürk, Bekir Çavuş’un bu sözlerden gücendiğini anlayınca gülümseyerek:
- Çok iyi etmişsin de gelmişsin... Aferin sana!
Atatürk, Bekir Çavuş’un gözlerinden öper. Geldiğinden dolayı hem teşekkür eder, hem de Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi Çavuş olarak yanında kalmasını ister.
"- Fakat bu sefer mağlubiyet yok ha… Ona göre!” der.
Ertesi gün Eskişehir’e hareket ederler. Orada karargâh kurarlar. Bir zaman burada kalırlar. Yunanlılar Eskişehir’e yaklaşmaktadırlar. Bu sırada ters bir rastlantı, Sakarya’da cepheyi teftiş ederken, yanındakilerden birisi Atatürk’ün sigarasını yakmak için kibrit çakar. Bundan hayvan ürker ve Atatürk attan düşerek kaburga kemiklerini kırar. İlk tedavisi yapıldıktan sonra röntgeni alınsın diye Ankara’ya döner. Kırılan kaburga kemiklerinden birinin ucu, ciğerini zedelediği için Atatürk çok acı duymakta, nefes bile almakta güçlük çekmektedir. Kırık kemik plasterle tutturulduktan sonra biraz rahata kavuşan Atatürk, doktorların dinlenme öğüdünde bulunmasını hiçe sayarak hemen otomobiline atlar ve cepheye koşup Sakarya savaşını yönetir. Orduya sonuncu taarruz emrini verdiği gün, Atatürk’ün kırık kaburgaları da iyi olmuştur.
Atatürk’ün hizmetinde bulunduğum ilk günlerde köşkte görevli bulunan Bekir Çavuş bu olayı hem anlatır, hem gözleri yaşarırdı. Ben de bu hikâyeleri ona tekrarlattırmaktan haz duyar. «Haydi, anlat!» diye ısrar ederdim. Çavuş da dayanamaz, başlardı anlatmaya… Atatürk’le İlgili bilmediğim birçok şeyleri Bekir Çavuş’tan öğrenmişimdir.
Atatürk neşelendiği zamanlar Bekir Çavuş'u sofraya çağırır ve karşısında hazır ol vaziyetinde tıpkı kıtadaymış gibi dimdik duran Bekir Çavuş'u matematikten imtihan ederdi (1).
Bekir Çavuş’un Atatürk’le hatıralarından:
"Atatürk, attan düştükten sonra çok hastalanmıştı. Yatakta yatıyordu. Oysa her sabah banyo yapmadan duramazdı. Fakat bu banyoyu bildiklerimizden sanma. O zaman duş falan ne arar? Bir kova soğuk suyu başından aşağı dökerdim. İşte banyo dediğim budur. Ama attan düşüp kaburgaları çatladığı için artık su dökünemiyordu. Sabunlu su ve süngerle vücudunu ovardım. Günlerce Atatürk’ü bu şekilde banyo yaptırdım. Bir de keçinin boynundan çıkardığım bir çıngırağın ucuna ip bağlayarak sofaya uzatmıştım. Çıngırağın altında oturur, nöbet beklerdim. Hasta olduğu halde bir şezlonga uzanır, önünde bir Sakarya haritası, hep onunla uğraşır dururdu. Bir şey isteyeceği zaman da ipi çeker, beni çağırırdı."
Atatürk, çok zaman gece sofradan misafirler ayrıldıktan sonra Bekir Çavuş’u çağırır ve şu kahvaltıyı isterdi:
- Peynirli sulu omlet, bir dilim kavun ve gül reçeli…
Bekir Çavuş, Atatürk’ün istediği en iyi omleti yapmakla ün salmıştı. Zaten kendisi Lâtife Hanım tarafından gayet iyi yetiştirilmişti. Bütün elbiselerini, gömleklerini o hazırlar, papyonlarını da çok iyi bağlardı.
(1) Atatürk’ün Uşağı İdim, Cemal Granda, Hürriyet Yayınları s.188-192.