Altan Öymen: 70 Yıllık gazeteciyim böylesini görmedim
Gazeteci-siyasetçi Altan Öymen “70 küsur yıllık demokratikleşme tarihimiz boyunca basınımız böyle bir dönem yaşamadı.” dedi.
CHP’nin eski Genel Başkanı, gazeteci/yazar Altan Öymen, bugün gazeteciliğinin 70. yılını kutluyor.
Altan Öymen gazeteciliğinin 70’inci yılında Cumhuriyet’ten İpek Özbey’e konuştu. Gazeteciliğe 12 Aralık 1950 yılında Ankara’da başlayan Altan Öymen, meslek hayatında geçirdiği zorlukları da anlattı. Öymen, AKP dönemindeki uygulanan baskılara da işaret ederek, “70 küsur yıllık demokratikleşme tarihimiz boyunca basınımız böyle bir dönem yaşamadı” ifadelerini kullandı.
Röportajın ilgili bölümü şöyle:
“Basın özgürlüğü açısından baktığınızda bugünkü gibi şartların zorlandığı bir dönem hatırlıyor musunuz?”
- Bu soruya benim hesabımdaki duruma göre cevap vereyim.
1- Demokrasiye adım attığımız 70 küsur yıl içinde benim, bazı eksikleri de olsa “demokratik” saydığım sivil yönetim dönemlerinde, basına bu ölçüde uygulanan bir baskının ne örneklerini gördüm, ne de benzerlerini.
2- Yaşadığımız “askeri darbe” dönemlerindeki baskı çeşitleri arasında da bugünkü çeşitlerden bazısını hiç görmedim.
Önce “sivil yönetim dönemleri”ne bakalım. Aklıma ilk gelenlerden birkaçını söyleyeyim.
- Buyrun...
- Bugünlerin gündeminde, bazı televizyonlara uygulanan RTÜK yaptırımları var... Önce ekranını beş günlüğüne kapatma kararı var. Ama iş onunla da kalmıyor. RTÜK aynı cezayı iki kere daha verirse, o televizyonun lisansı iptal ediliyor. Yani, karartma, “ebedi” bir karartma haline geliyor. Sonsuza kadar” yani...
Böyle bir uygulamayı ben askeri dönemlerde de görmedim. Sıkıyönetim dönemlerinde de.
RTÜK’ün kuruluşunun temel nedenlerinden en önemlisi, aslında, televizyonların ülkedeki siyasal ve sosyal görüşler ve akımlar arasında tarafsız kalmasını sağlayacak önlemleri almak... Başta siyasal partiler olmak üzere o alandaki kurum ve kuruluşlara adaletli bir şekilde yer vermesini kontrol etmektir. Ceza verme yetkisi, ona asıl, o görevini adaletli bir şekilde yerine getirmesi için tanınmıştı. Şimdi o kurul, o yetkiyi, tam tersine, tüm televizyonların yayınlarının bugünkü iktidar partisini desteklemesini ve ötekilerin sessizleştirilmesi için kullanıyor.
- Basın İlan Kurumu da öyle...
- Tabii, o da kuruluş amacının “tam tersine” bir uygulama içindedir. O kurum, devlet kuruluşlarının gazetelere verdikleri ilan ve reklamların adil bir şekilde dağılımını sağlamak için kurulmuştur. O da o yetkiyi, iktidarı desteklemeyen gazetelere “ilan kesme cezası” diye bir “ceza” kesmek için uygulamaktadır.
Bunlar ve benzeri birçok yaptırım bugünkü iktidarın baskı araçları haline getirilmiştir. Bunlar baskı çeşitlerinin “yeni icat”ları...
Basına baskıların “klasik” olanlarına gelince... Gazetecilere soruşturma açma, ev arama, göz altına alma, tutuklama, mahkeme eliyle cezalandırma, para cezası, vergi cezası verme, yurtdışına çıkma yasağı koyma gibi örneklerine gelince... Bunların ve benzerlerinin örnekleri saymakla bitmez...
- Bir de gazetecilerin tutuklanması var...
- Sadece şu “tutuklama” konusuna değineyim: Gazetecilerin gözaltına alınması ve tutuklanması, daha önceki “sivil dönem”lerin hiçbirinde, son 10-12 yıldaki kadar çok ve uzun süreli olmamıştır. Demokrat Parti’nin ikinci beş yıllık iktidar döneminde basın mensuplarına verilen cezalar az değildi. Basınla ilgili –biri 1954’te, öteki 1956’da çıkarılan– iki yasa vardı. Kanun numaralarını bile hâlâ hatırlarım. (6334 ve 6732 sayılı kanunlar). Devlet erkanına yönelik eleştirilerde hakaret unsuru bulunduğu iddiasıyla uygulanıyorlardı. Buna her suç için 10 aydan başlayıp yükselen hapis cezalarıyla birlikte, 15-20 bin liradan başlayan para cezaları da içeriyordu. Ayrıca, o para cezalarının on misli civarındaki para cezaları da gazete sahibine veriliyordu. Suçun tekrarı halinde o cezalar daha da yükseliyordu. O yasalara göre birçok gazeteci mahkûm edilmişti. Geriye doğru bakınca ilk mahkumlardan aklıma gelen meslektaşlarım arasında, o zamanki kıdemli gazeteci yazarlar da var... 70 yaşlarındaki Vatan Başyazarı Ahmet Emin Yalman gibi, 80 yaşını aşan Ulus Başyazarı Hüseyin Cahit Yalçın gibi, 30-40 yaşlarındaki veya benim gibi daha genç yaşlardaki meslektaşlarım da var... Ulus Gazetesi’nin Yazıişleri Müdürü Nihat Subaşı, Ülkü Arman, Beyhan Cenkçi gibi... Metin Toker ile birlikte derginin Yazıişleri Müdürleri Kurtul Altuğ, Yusuf Ziya Ademhan, Tarık Halulu da onlar arasında... Muhalefetteki bir başka dergi KİM dergisiydi. Onun kadrosundan Şahap Balcıoğlu, Vatan gazetesinden Naim Tirali, Ulus’tan Şinasi Nahit Berker... Daha birçok arkadaşım... Aramızdan ayrılmış olanları rahmetle anarım. Fakat şunu da belirtmeliyim: Gerek o zaman çıkarılan kanunların, gerek mahkemelerin bağımsızlığını tahrip etmeye yönelik tedbirlerin sonucu olarak verilen o cezaların oluşmaları ve uygulanmaları, bugünkü durum karşısında gene de çok hafif kalır. Bu dönemdeki belirli davalar sırasında, arkadaşlarımızdan öyleleri var ki, kendilerine atfedilen suçların dayanaksız olduğu besbelli olduğu halde 3 yıl, 4 yıl, 5 yıl boyunca hapiste kalmışlardır. Bugün de, aynı şekilde, hem de haklarındaki Anayasa Mahkemesi veya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre çoktan serbest bırakılmaları gerekirken, o kararların da yok sayılması yoluyla hapishanededirler. Kısacası, 70 küsur yıllık demokratikleşme tarihimiz boyunca basınımız böyle bir dönem yaşamadı."